DİL VE DİL HAKLARI.

Birleşmiş Milletler Çocuk hakları sözleşmesinin 30. Maddesi, Türkiye dahil, bütün taraf devletlerinin altına imza attığı bu evrensel hukuk belgesi, hüküm olarak çocukların hakkı olarak, şu yargıyı temel almaktadır.‘’..Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların ya da yerli halkların varolduğu Devletlerde, böyle bir azınlığa mensup olan ya da yerli halktan olan çocuk, ait olduğu azınlık topluluğunun diğer üyeleri ile birlikte kendi kültüründen yararlanma, kendi dinine inanma ve uygulama ve kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılamaz.’’

Ben bir Kürt kızı olarak dünyaya geldim. Kürt olmayı ben seçmedim. Kürt olmak beni seçti. Eğer bir seçim hakkım olsaydı, pekala başka bir tercih de yapma ihtimalim de olabilirdi. 30. Maddede ifade edildiği gibi, bir soya, bir dine, bir dile ve yerli bir millete aittim. Köklerim var, kültürüm var ve hiç şüphe yok ki, bir ağacın kovuğunda büyümediğim için bir tarihim de var.

Dünyaya geldiğim ilk anda kulağıma ulaşan ilk kelime Kürtçeydi. Annemin ninileri sayesinde müzikle tanıştım. Hafızamda şimdi bile varlığını koruyan bütün ezgiler Kürtçeydi. İlk kez ne kadar güzel bir kız çocuğu olduğumu annem bana Kürtçe söyledi. İlk yalanı, ilk kez şaşırmayı ve ilk kez utanmayı Kürtçe ile yaşadım. Kürtçe’den Türkçe öğrenmeye geçerken, ne kadar zorlandığımı benden daha iyi hiç kimse bilemez.

Çocukluğumun ilk ana yurdu ana dilimdi. Böyle büyük bir kuşatıcı ve unutulmaz bir miras ki, doğduğu ilk andan bugüne kadar, Kızım Havin’i tıpkı annem gibi ve farkında olmadan annemin sözcükleriyle sevdim hep. Dünyaya getirdiğim bu muhteşem varlığı başka bir dil ile sevemezdim. O dilin gücü duygularımı ifade etmeye yetmezdi. Dilimdeki en anlamı sevgi sözcüklerinin hepsi Kürtçedir. Ben Kürtçe ile sevmeyi seviyorum. Bu dilin tınısı ancak ruhumu doyurabiliyor. Ama bu dilde eğitim görme hakkına sahip değildim. Bu dille eğitim göremedim. Ruhumun çarmığa gerili halini biraz buna bağlıyorum.

Birleşmiş Milletlerin, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde ve Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmelerinde; herkesin, bu metinlerde yer alan hak ve özgürlüklerden ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka görüş, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuştan veya başka durumdan kaynaklanan ayırımlar dahil, hiçbir ayırım gözetilmeksizin yararlanma hakkına sahip olduklarını benimsediklerini ve ilân ettikleri açıkça yazılıdır.

Mesela 17 madde şöyle başlıyor ‘’Çocuğun korunması ve uyumlu gelişmesi bakımından her halkın kendine özgü geleneklerinin ve kültürel değerlerinin taşıdığı önemi gözönünde tutarak, ..diye devam ediyor.

Mesela 29. Madde aynen şunları zikrediyor ‘’’Kitle iletişim araçlarını azınlık grubu veya bir yerli ahaliye mensup çocukların dil gereksinimlerine özel önem göstermeleri konusunda teşvik ederler;

‘’. Çözümler düşünülürken, çocuğun yetiştirilmesinde sürekliliğin korunmasına ve çocuğun etnik, dinsel, kültürel ve dil kimliğine gereken saygı gösterilecektir.”

‘’Çocuğun ana–babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geldiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının geliştirilmesi; ‘’

Birleşmiş Milletler Çocuk hakları sözleşmesinde yazılı olan haklardan yararlanamadım. Nedeni de Türkiye Cumhuriyetinin aşağıda andığım Şerhidir.

‘’İhtirazi Kayıt: Türkiye Cumhuriyeti Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’sinin 17, 29 ve 30. maddeleri hükümlerini T.C. Anayasası ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Anlaşması hükümlerine ve ruhuna uygun olarak yorumlama hakkını saklı tutmaktadır.’’

Beni esas olarak üzen durum az önce andığım şerhin, içeriği filan değildir. Son zamanlarda Kürtçe’nin kamusal alanda Kurumsal olarak daha çok görünür olmasını sağlayacak bir projede aktif olarak çalışıyorum. Bu projenin hayata geçmesi için kimi siyasi partilerle temaslar kuruyoruz. Amacımız açık, Kürtçe daha çok saygınlık kazansın. Kürtçe ile Türkçenin ilişkisi normalleşsin.

Ama üzülerek söylemeliyim ki, en çok canımı acıtan şey, kimi Kürtlerden gelen anlamsız tepkilerdir. Benim ve Hak Savunucuları platformunun amacı siyaset yapmak değildir. Temaslarımız siyasi içerikli görüşmeleri kapsamıyor. İdeolojik bir dayatma içinde değiliz. Dil gibi en önemli kültürel değerimiz için ikna girişimleri içindeyiz.

Bu açık beyan ve faaliyetlere rağmen hala, bu durumun yeterince anlaşılmamış olması, üzücü olduğu kadar endişe vericidir. Birbirimizin birey olarak saygınlığına gölge düşürmek hiç kimseye yarar sağlamaz.

YORUM EKLE