İşkence İle Gelen Okul

 İŞKENCE İLE GELEN OKUL

Dün bana gelen bir e mail oldukça duygulanmama neden oldu. Eskiye dayanan dostluğumun olduğu Yılmaz Bay arkadaşım bana bir haber mail olarak yolladı. Haberin içeriği Çınar’ın Avdalı köyünde öğrencilere dağıtılan karnelerdi.

Gönderdiği mailde aynı zamanda ilçenin kaymakamı, askeri yetkilileri ve polis memurları vardı. Öğrencilerin oldukça sağlıklı koşullarda eğitim gördüklerini izlemek bana ayrı bir keyif verdi.

Sebebini bu yazıyı okuyan herkes merak edecektir sanırım:

Yıl 1998 idi. Sokaklarda çatışmalar, sayısız failimeçhul cinayetler kol geziyordu. Gazetecilik mesleğini icra edenler kelle koltukta görevlerini yerine getiriyorlardı. Bu riskli ve tehlikeli ortamda dahi üç kuruşa tenezzül etmeden görevlerini hakkıyla yerine getiriyorlardı. Tabi saflar vardı ama özgür ruhlu gazetecilerin sayısı daha fazlaydı. Mesleki etikler ön plandaydı ve GAZETECİLİK mesleği oldukça saygın bir konumdaydı.

İşte o dönemler bir köye gitmiştik. O köyün adı ise Avdalı köyü idi. Köyde okul olarak kullanılan bir evin odası vardı ki oda ev sahibinin isteği üzerine boşaltılmıştı. Eğitim verecek yerin olmamasından dolayı da bir ahır içerisinde, kerpiçten yapılan bir yapı ve tavanının yarısının olmadığı bir mekanda, hayvanlarla birlikte eğitim alıyordu çocuklar. Ahırda ışık olmadığından gaz lambası ile aydınlatılıyordu. Çocuklar ise okula kayıt yaptırmak için adeta yarışıyordular. Belli ki ahırdan kurtulup insan gibi bir ortamda yaşamak istiyorlardı. Gerekirse hayvanlar ile birlikte yıllarını geçirmeyi göze almıştı. Ya öğretmen, hangi öğretmen şimdi bir ahırın içinde ders verir? O eğoyu kim kırabilir?.

İşte böyle bir zamanda ve böyle bir yerde bir haber yaptım. Adına da ‘AHIRDA EĞİTİM’ dedim.

Haber bütün dünyanın ilgisini çekti, günlerce gerek dünya gündeminde, gerekse Türkiye gündeminde yer tuttu. Dönemin valisi Nafiz Kayalı’ya ‘OHAL’de Ne bu hal?’ diye çok soran oldu. Hatta Başbakan Bülent Ecevit’e kadar çıkıp ekranlardan konu ile ilgili görüşler bildirildi. Vali ise bunca kanıta rağmen haberin yalan olduğunu deklere ederken o dönem Anadolu Ajans’ta çalışan Nail Kadırhan kaymakama olayı sormuş kaymakam da doğrulamıştı. Vali ‘Bu haber yala’ derken Kaymakam ‘Haber doğru’ diyordu. Tabi meslektaşlarımızdan safı belli olanlar da hiç gitmeden, görmeden habere yalan damgasını vurmuştular. Hatta o dönem Gazeteciler cemiyeti Başkanlığı görevini yapan zatı muhterem şahıs ta bir basın açıklaması yaparak haberi kınamış bizi yalancı tayin etmişti. Elin Amerikalısı, İngilizi, Müslümanı, Hristiyan’ı bizleri savunurken bazı satılmış ruhlar nasıl cezalandırırızın hesabını yapıyordu.

Haberler daha gündemdeyken o dönem İhlas Haber Ajansıda çalışıyordum ki kapıyı açtığımda emniyetten 8 ekip, onlarca kişi içeri girdi ve bana ifadem için güvenlik şubeye onlarla birlikte gitmem gerektiğini söylediler. Ben zaten o dönem birlikte çalıştığım FelatBozarslan kardeşimi arayarak ‘beni alacaklar haberin olsun’ demiştim. Yani sağlamdaydım, Felat haberdardı. Gittik bekledik, bekledik sonra bir ekip geldi seni hastaneye rapor için götürmemiz gerekiyor dedi ve arkadan ters kelepçe, gözlerime bandaj bağlayarak hastaneye götürdüler. Doktor beni muayene ederken yalnız muayene talebinde bulunduk. Yalnız kalınca da doktora telefon numaralarını verdim ve kaybedilebileceğim ihtimaline karşın numaraları aramalarını ve polislerin beni aldığı bildirmesini rica ettim: Doktor üstüne düşeni yaptı. Tekrar ters kelepçe ve gözler bandajlı, tıpkı bir savaş suçlusu gibi. Beni terörle mücadelenin korkunç çığlıklı, ağır havalı ve mavi demirli kapısından hücrelerin bulunduğu alana kelepçeli ve gözler bandajlı teslim ettiler. Ağır hakaretlerin ardından kollarımdan kelepçe ile birlikte bir süre asıldıktan sonra hücreye konuldu. Hücredeyken duyduğum çığlıklar Türkçe sözlü hafif müzik ile bastırılmaya çalışılıyordu. O an ‘Bana ne zaman sıra gelecek?’ diye düşünürken bir ses kapıdan uzaklaşmamı söyledi. Uzaklaştım ve gözlerim tekrar bağlandı, ellerim yine kelepçelendi bu kez sorgu safhasına geçildi. Emniyetten çok iyi tanıdığım ve çok sevdiğim biri tarafından sert bir sorgudan geçtim ve o sevdiğim şahısın diğer yüzünü görünce kendisinden tiksindim. 24 saat içinde 12 kez aynı durumu yaşarken kelepçe ile asıldım, psikolojik işkenceye tabi tutuldum. 24 saat içinde 5 adet zeytin, bir avuç büyüklüğünde kuru ekmek verdiler. 2 defa tuvalet hakkınız vardı. Tuvalete giderken Avdalı köyü muhtarı ile karşılaşmıştım. Adeta bir tır çarpmış gibi, iki büklüm hücresine kan revan içinde götürülüyordu. İçerde ise olsa olsa öğrencilerine adam gibi eğitim verdirmek isteyen öğretmenin çığlıkları geliyor olsa gerek. 24 saat doldu ve mahkemeye çıkartıldım. Savcı dosyayı inceledi ve şunu dedi: ‘Ortada bir suç yok. Deliller yetersiz, takipsizlik veriyorum’

Şimdi o vali hala görevde, bende görevdeyim. Ömrüm yettikçe de bu görevde kalacağım. Çünkü ben geçmişime dönüp baktığımda beni eleştiren birçok meslektaşımın tersine BİR OKUL YAPTIRDIM. Ya siz ne halt ettiniz? Mesleğinizi ayaklar altına almanın dışında.

İşte Diyarbakır’ın ilçesi Çınar’ın Avdalı köyündeki okulun macerası böyle. Bir okul bin işkence. Okulunuza sahip çıkın çocuklar, onun için ağır bir bedel ödendi.

 

Saygılarımla

[email protected]

YORUM EKLE