Devlete/demokrasiye ihanet mi, sadakat mi?

Demokrasi ve yönetim reformu arayışımız, Kürtlere özgü bir meseleye indirgenerek, istenen amaca varılmaya çalışılıyor.

Devlete/demokrasiye ihanet mi, sadakat mi?
 Görüşlerin tersine döndürülerek yaygınlaşmasıyla sık sık karşılaşılıyor, özellikle Kürt meselesiyle ilgili haberlerde!

“Ne kadar da benzemezmişim bana ben” sözü Hasan Ali Yücel’indir.

Yücel’in bu sözünü, geçen yılın son hafta sonunda gazete manşetlerini okuyunca hatırladım: “İhanet Bildirisi - Savaş i İlanı – Kürt devleti  – Hendekli Bildirge  -  İthal Fanteziye Milli Tokat - Özerkliğe Soruşturma - Güçleri Yetmez” yazıyordu birinci sayfa başlıklarında kocaman harflerle gazetelerin!

Bu manşetlerle verilen, Demokratik Toplum Kongresi’nin 27 Aralıkı Pazar günü açıklanan “Özyönetimlerle İlgili Siyasi Çözüm Deklarasyonu” haberiydi.

Cumhuriyet ise, “Özerklik Fırtınası” diye veriyordu. İki gazeteden bildiri metnini okudum; ancak manşeti doğrulamıyordu içerik.

Bildiri metnini buldum, okudum.

Bildirinin verilişi, yazılanlar, siyaset adamlarımızın sözleri yalnız sahipleri için değil, hepimiz için ayıptan da öte bir şeydi! Bu kadar mı önyargıya esirdik?

Önce, okuyucularımdan özür dileyerek kendimle ilgili bir hususu yazmak istiyorum:

1964 yılından bu yana, yetenekleri ve bilgisinden yeteri kadar yararlanılmamış, dostum merhum Necdet Uğur'un öğrettikleriyle, yönlendirdiği çalışma ve düşüncelerle, yerinden yönetim ilkesini benimsemiş, o günlerden bu yana, her fırsatta ve katılabildiğim her toplantıda tartışmış biriyim.

Öğrendiklerimin ne kadar doğru, özellikle Türkiye için yerinde ve elzem olduğunu sürekli ve her yerde savundum; savunuyorum.

Yıllar sonra, birçok arkadaşımın katıldığı uzun tartışmalarla -4 yılda- hazırlayıp 1996’da yayımlanan, Demokratik Cumhuriyet Programı'nda (DCP), bugün gürültüsü yapılan deklarasyondan çok daha ileri politikalar önerilmişti.  

DCP grubunun o yıllarda hazırladığı anayasa tasarısı, 2012 yılında Anayasa Uzlaşma Komisyonu'na da gönderilmişti.

Yazıldığı gibi, DTK bildirisinde, “bölünme”, “ayrı devlet” veya “federasyon” gibi bir talep ve iddia yoktur.

Bu deklarasyonu, “bölünme bildirisi”, “kanton hayali”, “Kürt devleti kurmak” gibi –herhalde okumadan- deyimlerle niteleyenler, sanırım yanıldıklarını anlamış olmalıdır.

Bence deklarasyonun amacını, esas itibariyle, şu cümleler açıklamaktadır:

“Sorun esas olarak bir demokrasi ve özgürlük sorunudur.

“Yerel demokrasi ve farklılıkların özgünlüğünü tanımak günümüz demokrasilerinin temel karakterini oluşturmaktadır.

“Kürt sorununun demokratik özerklik çözümü Türkiye’nin demokratikleşmesinden ayrı ele alınamaz.

“Türkiye gerçeğinde demokratik özerkliğe dayalı bir siyasi ve toplumsal sistem yaratmadan Türkiye’nin demokratikleşmesi mümkün değildir.

“Demokratik özyönetimlerin Türkiye’nin demokratik birliği ve halkların ortak geleceği temelinde gerçekleşmesini ve bu nitelikte demokrasiyi ve özgürlükleri güvence altına alacak demokratik bir anayasa yapılması zorunludur.

“Bu deklarasyon dinamik bir tartışma ve uzlaşma arayışıdır. Öneri ve eleştirilere açıktır.”

Tekrar etmeliyim ki, deklarasyon halka haksız ve adaletsiz –ve de gerçek dışı- iddialarla sunulmuştur.

Yurttaşlarımızın yüzde onuna yakınını temsil edenlerin yayımladığı bu deklarasyonun hangi cümlesine itiraz edildiği belirtilmeden, bütünüyle o toplantıya katılanları en ağır yurttaşlık suçuyla suçlamak gerçekten insafsızlıktır.  

Benim de bu bildirinin beş - altı cümlesine itirazım var; bazı kavramlar ve yetkiler karıştırılmış. Bunları ayrı bir yazıda ele alacağım. Ama bütünü için bu kaar haksızlık yapılmamalıydı.   

Geçmişi hatırlayalım: Türkiye'de yerinden yönetim meselesi yeni değildir; idarede reform konusu Meşrutiyet döneminde de çok konuşulmuş, İttihat ve Terakki 1913 yılında “İdarei Umumiyei Vilâyat Kanunu Muvakkatı”nı çıkarmıştı.  

TBMM açıldıktan sonra 1921’de yürürlüğe giren Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun temel ilkelerinden biri yerinden yönetimlere- nahiye ve köye tüzel kişilik verilmesidir. Yeni idare anlayışı için, İçişleri bakanlığı, “İdare-i Kurâ ve Nevahi Kanun Layihası” (Bucak ve Köy İdaresi Kanun Tasarısı) hazırlamıştır. Bu tasarı  Komisyonda ve genel kurulda görüşülmüş, kanunlaşmadan seçimlere gidilmiş ve 1924 Anayasası'na merkezi yönetim sistemi girmiştir. 

AK Parti'nin ilk döneminde, 15.07.2004 günü kabul edilen 5227 sayılı, “Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun”u çıkarmış ve ne yazık ki, bu Kanun Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer’inMeclis’e iadesiyle yürürlüğe girmemiştir.

Deklarasyon hakkında konuşan Ak Partililer ve liderleri, Aralık 2015’te yayımlanan, eski Başbakanlık Müsteşarı ve Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer’in “Türkiye’de değişim Yapmak Neden Bu Kadar Zor?” adlı kitabını okurlarsa, bugünkünden daha insaflı davranacaklardır!

Şimdi geleceğe bakalım, önümüzde tabii olarak eksik ve tartışılması gerekli cümleleri bulunan, fakat üzerinde çalışılmış, bence çoğunlukla doğru fikirleri barındıran çok ciddi bir belge var: Evet bu belgeyi tartışalım.

Tartışalım; ama itham ederek, suçlayarak, tehdit ederek değil; 90 yıllık yönetim sistemimizden yakınanların, benim gibi ve farklı düşünenlerin, yurttaşlarımızın, birlikte yaşadığımız insanımızın önerisi olarak tartışalım.

Yerinden yönetim sisteminin asgari koşullarını ideolojik deyimlerle ifade eden bu metni; milletimizin ve devletimizin geleceği için tartışma fırsatı sayalım.

Koyan kim olursa olsun, önümüze konulan, Kürt meselesi değildir; Türkiyemizin en büyük ve en önceliklimeselesidir!.

Özgürlük ve demokrasi arayışının; yönetim reformu ihtiyacının, Kürtlere özgü ve özel bir meseleye indirgenerek; hedeflenen siyasal sonuca varılmaya çalışıldığı gerçeğini dikkatimizden kaçırmayalım. 

TARHAN ERDEM / RADİKAL

Güncelleme Tarihi: 04 Ocak 2016, 12:35
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER