Suç Kaderin Kurbanı Olabilir mi?

Kader kurbanı ifadesi, toplumda yaygın olarak adli suç ve suçluları nitelemek amacıyla kullanılır. Bu ifade ahlak ve etik değerler itibariyle bir bakıma toplumun vicdanı ve sağduyusunu temsil eder. Saf suç ya da saf suçlu algısını bozan, bu içerik yerine toplumun suç ortaklığını ima eden, genel ve meşru değer yargısıdır. Toplumun ortak vicdanında sağduyunun sesi, kader kurbanı olarak kendini dışa vurur ve suçlu ile bir tür  “suç ortaklığının'' altını çizer. Kader kurbanı ifadesi, toplumun kendi eliyle kendisini de suçlu ile birlikte sanık sandalyesine oturtmasıdır. Suç ve suçlu kavramlarına kendi sosyolojik aynasından fırlattığı bir bakıştır. Esasen bu bir bakışmadır. Daha da ileri gidersek, bir tür utangaçlıkla  “senin yerinde pekala bende olabilirdim ‘’ itirafıdır.


Toplumsal ilerlemenin eşitsiz gelişim yasaları, iktisadi, siyasi, kültürel ve sosyal olarak, toplumun her fert ve bireyine farklı hayat koşulları dayatır. Adaletin zayıf, demokrasinin gelişmemiş olduğu toplumlarda fırsat eşitliğinin, hukuken bile olsa, sağlanamadığını herkes kendi deneyimlerinden biliyor. Herkesin tecrübe ettiği ortak hayat, herkesin zihninde farklı yansımalar oluşturur. Bu durum toplumdaki ayrışmanın sebebi olarak ileri sürülse bile, bu durumun doğurduğu tek sonuç sadece bu değildir; toplumsal hassasiyetler denilen ortak duyarlılık alanlarının oluşması da, bu durum ve süreçlerin ürünüdür.
Eğer bu tespit asgari bir doğruluk ve hakikat payı içeriyorsa, suç ve suçlu kavramlarını toplumun bütünü, karşılıklı bağımlılık ilişkisi için hep birlikte koşulluyor. Suç ve suçluluk sadece suçu işleyen suçlunun eseri değildir. Bu durum esasen kanun koyucular tarafından hukuken de ‘’infaz indirimleri’’ adı altında genel bir kabul görüyor. Eğer durum böyle olmasaydı, infaz kanunlarına hiç ihtiyaç duyulmazdı. Elbette infaz kanununun tek nedeni bu değil, ama ana bağlamın bu olduğu tartışma götürmez.


Toplumsal algımızın suç ve kader arasında bir bağlantı kurmuş olması, içimizdeki vicdan ve sağduyunun hükümleri olmak ile birlikte, bazen bu algı bilerek istenerek, kapsamı daraltılıp, daha kategorik hale getirilebiliyor. Söz gelimi Kader kurbanı ifadesi neden sadece adli suçlar ile sınırlı tutulur? Neden bu kapsama siyasi ve düşünce özgürlüğü suçları alınmaz. Siyaset ve düşünce suçlarının kesin bir tercih içerdiği söyleniyor. Bu kesin tercihin kader ile olan ilişkiyi işlevsiz hale getirdiği ifade ediliyor. Eğer mesele iradi tercihler ise her suç ve suçlu hadisesinde bu argümanı görmek mümkündür. Meşru müdaafa halleri hariç, her eylemde kısmı bir tercih vardır.


Sanırım toplumun yaptığı tasnifte suç ve suçlu ilişkisi, sadece iradi tercihlere bağlı değildir. Toplumun inanç sistemi, siyasi duyarlılıkları ve kültürel hayatı da bu yargıların diğer bir ifade ile bu algıların şekillenmesinde ciddi rol oynuyor. Oysa herkesin bir kaderi var ve o kaderin ağlarını ne zaman nerede olacağını da kimse şimdiden bilemez. Vicdan ve sağduyu herkese tıpkı adalet gibi lazım.

YORUM EKLE