Guardiola, Pochettino, Valverde,Solskjear

Her biri yek diğeri kadar kiymetli bu teknik adamlar, Şampiyonlar ligi, kendi finaline doğru hızla akarken, seyrine doyamadığımız bildik oyunlarına muhafazakar müdahaleler yaparak, maçı ve oyunu finalin talepleri doğrultusunda yönlendirmeye pek hevesli görünüyorlar. Tottenham Hotspur maçında, Guardiola, açılış paslarının ikinci bölgeye son vuruş olarak taşınmasında Laporte’yi görevlendirmişti. Zinçenko yerine Laporte tercihi, zaten yeterince tuhaflık taşıyordu, bir de buna sol koridoru, Mendy ve Sterling’e teslim edişi de, eklenince aslında Guardiola’nın maçın kaderini kendi evinde tayin etmek istediğini kanıtlar gibiydi. Diğer maçlardan aşina olduğumuz sık dokunu kısa pas döngüsünden vazgeçip, sonuç alıcı girişimleri Sterling’in driplinglerine bağlamak bana kalırsa pek Guardiolaca değildi. Sol koridora David Silva ve İlkay Gündoğan’da yeterince destek sağlamayınca, Man –City bir bakıma sıradanlaştı.

Sağ koridorda aynı durum söz konusuydu. Otamendi’den başlayan geçiş pasları,Kyle Walker ve Riyad Mahrez ile tehlikeli sonuçlar doğurmuyordu. İki koridor çalışmayınca da  Sergio Agüero, bütün maç boyunca eli belinde öylesine pasif şekilde dolandı durdu. Zaten kaçırdığı penaltı, büyük ölçüde baskı yaratmıştı üstünde.

Pochettino defans ve orta sahayı yedili bir blok haline getirerek, Man-City e oynayacak alan bırakmayan bir taktik ile oyuna başlamıştı. Loperte’nin en gerideki oylanmaları da bu taktiğin ekmeğine yağla bal oluyordu. Tottenham orta sahası defansı ile ileri çıkınca, Fernandinho da bu kalabalık arasında kayboldu.

Pochettino hücum taktiği olarak Son, Kane ve Dele Alli arasındaki mesafeyi enine doğru açarak, Man- City defansının dengesini ters uzun paslar ile bozmak üstüne inşa etmişti. Ama geride yedili bloka Christian Eriksen’i de dahil edince o ters uzun pasları atacak adam kalmamıştı. İş, bütün ihtişamıyla sol savunmacı Rose’ ilahi sol ayağına kalmıştı. Hakkını da vermek lazım, penaltıya neden olmak dışında Rose, bir kez bile Mahrez’e geçit vermedi ve kendi kanadını kullanarak merkeze de çok ciddi toplar gönderdi. Guardiola maçı kilitlemek isterken, ilahi adalet bir kez daha Son’un ayağından mızmızcılığa cezayı kesti.

Benzer bir manzara Man United Barselona maçına da hakimdi. Valverde, Busquets, bildik çapa görevinden alıp, tipik bir stoper olarak görevlendirmişti. Eğer Busquets, stoper olarak görevlendirirseniz birinci bölgeden ikinci bölgeye top taşımanız çok zor hale gelir. Nitekim, aynen öyle oldu. Ne Artur, ne Rakitic, Busquets kadar efektif olamadılar. Busquets’in aklı devrede olmayınca Messi, topla yüzü rakibe dönük olarak buluşma imkanını pek bulamadı. Ama Messi, Messidir ve yine de en olmadık yerden bir asist çıkartarak topu Suares’in kafası ile buluşturmayı başardı.

Daha maç başlamadan Ole Gunnar Solskjaer sahaya kederli gözler ile bakıyordu. Maçın ilk düdüğüyle bu keder yerini derin bir endişeye bıraktı. Zaten eğer bir teknik direktör, maçı endişeli gözler ile izlemeye başlamışsa bilin ki, o teknik adam ev ödevi iyi yapmamıştır. Maçı hiçbir biçimde kendi kafasında bitirmemiştir. Pogba’nın pozisyon alışından anlaşıldı ki, Solskjaer bu maçın kaderini  Rashford’un uzaktan vuruşlarına bağlamış. Lukaku’un sol koridor da Pique ile boğuşması çok zayıf bir taktik düşünce gibi geldi bana. Solskjaer de tıpkı Pochettino gibi, rakibine oynayacak alan bırakmamak için defans ve orta sahadan yedili bir blok oluşturmuştu. Sağ koridordaki bütün hücum girişimlerini Young’a bırakmak da bana pek efektif bir düşünce gibi görünmedi.

Top merkezli dominat oyunlar oynayan Guardiola ve Velverde, topu defans yapmak için kullanmaya başlayınca futbolun keyfi kaçıyor. Pochettino ve Solskjaer de oynatmamak üzere takımlarını sahaya sürünce, haliyle her iki maç da vasatın üstüne çıkamadı.

YORUM EKLE