Karayılan:Psikolojik savaşın etkilerini aşalım

Murat Karayılan’la Sabri Ok’un takımları arasındaki voleybol maçı bitti. Beyaz plastikten sandalyeler, toprak sahaya yarım ay şeklinde dizildi. Orta yere de kırmızı plastikten bir sandalye koydular, ona da ben oturdum.

Karayılan:Psikolojik savaşın etkilerini aşalım
 

 

 

KANDİL, Şehit Sara Akademisi

Murat Karayılan’la Sabri Ok’un takımları arasındaki voleybol maçı bitti. Beyaz plastikten sandalyeler, toprak sahaya yarım ay şeklinde dizildi. Orta yere de kırmızı plastikten bir sandalye koydular, ona da ben oturdum.

Sohbet başladı, atış serbest...

Ön sırada oturan esmer bir kadın. 33 yaşında. Tam 14 yıl önce Almanya’dan gelip dağa çıkmış. “Bizim memleket Serhat (Iğdır)” diyor, “Annem Azeri, babam Kürt...” Gayet düzgün Türkçe konuşuyor.

Almanya’da doğmuş. Üstelik bir hukuk fakültesinde hazırlık okumaya başladıktan sonra 19 yaşındayken dağa çıkmaya karar vermiş...

Dağ nereden aklına geldi diye soruyorum. Kürt olan babanın ve Almanya’daki arkadaş çevresinin etkili olduğu anlaşılıyor. Zamanla annesinin de bir militan haline geldiğini, onun daözgürlük davası için çalıştığını söylüyor. “Beni dağlara kimlik arayışı, öz arayışı getirdi beni ” dedikten sonra gülerek ekliyor:

“Yoksa kandırılmadık!”

Silah, silahlı mücadele konusunda söyledikleri de şöyle:

“Silah bir araçtır, amaç değildir. Mecburiyet dâhilinde kullanmak istiyoruz. Haklarımızı istiyoruz.”

Haklarımız derken kadın hakları konusunun altını özellikle çiziyor:

“Kadının ayrı bir yeri var bizim hareketimizde... İlk saldırıya uğrayan kimlik kadındır çünkü... Kadınların da özgür olmak haklarıdır.”

Dağda Eskişehirli bir Çerkes...         

Kumral, güler yüzlü bir kadın gerilla.

Daha 19 yaşında.

Çerkes olduğunu söylüyor.

Gülüyorum.

“Benim anne tarafım da Çerkes” diyorum.

O da gülüyor:

“Ama benim annem Türk.”

Babası döşemecilik yapıyormuş...

Ben, “Dağda bir Çerkes! Nereden nereye?” deyince, onunla birlikte herkes gülmeye başlıyor.

Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde okurken, Kürt arkadaşlarından etkileniyor ve dağa çıkıyor.

 

‘Boynumuzu uzatmayacağız!’ 

Yüz hatları sert, üslubu da öyle, bakışları da... Memleketini sorunca, Sivas diyor ama İstanbul’da doğmuş.

Baba Kürt, ana Türk.

40 yaşında, 23 yıldır da dağda.

İlkokuldan sonra okumamış...

Türkçesi gayet düzgün...

Sorumda, çekilmeyle ilgili olarak yer alan hazmetme sözcüğüne takılmış, eleştiriyle başlıyor konuşmasına:

“Geri çekilme bir zaaf olmadığı için ‘hazmetmek’ten söz etmek yanlış bir soru... Biz bu çekilmeyi demokratik çözüm sürecinin bir parçası olarak görüyoruz. Bir geri adım, bir zayıflık olarak görmüyoruz.”

Devamını şöyle getiriyor:

“Biz bu dağlar kadar eski bir halkız. Hep dağlardaydık. Bizim için dağdan inmek söz konusu değil. İstediğimiz zaman yine dağlara gideriz.”

Soruyorum:

“Umudun var mı barış sürecinden?”

“Devletten yana umudum yok. Bizim, Kürt ve Türk halklarının azmidir, devleti dönüştürebilecek olan...”

“Peki, dönüşüyor mu devlet?..”

“ Hayır, dönüşmedi, adım atmadı devlet...”

“Ne olacak?..”

“Boynumuzu uzatmayacağız!”

 

‘Umut, zaferden daha değerlidir!’ 

Urfalı. 56 yaşında. Saçlarına ak düşmüş. 30-35 yıldır ‘hareket’in içinde olduğunu söylüyor. 24 yıldır da dağdaymış.

Hemen ekliyor:

“Hep devrimciydim!”

Artık klasikleşen sorum:

“Süreçten umutlu musun?”

Önce umut sözcüğünü şöyle bir vurguladıktan sonra şunları söylüyor:

“Umut var mı diye sormadık biz... Umudu yaratmaya çalıştık. 1990’lardan beri umudun peşindeyiz. Umudumuzu hiç kaybetmedik. Kart-kurt sesinden, nasıl 1991’de ‘Kürt realitesi’ne geldiysek, (1991 yılı Kasım ayında Başbakan Demirel Diyarbakır’da, Kürt realitesini tanımaktan söz edince yer yerinden oynamıştı), nasıl bir avuç eşkıyadan (1984 yılı yazında PKK, Şemdinli ve Eruh baskınlarıyla tarih sahnesine çıktığında Başbakan Özal böyle der, bir avuç eşkıya...) 2005’de Diyarbakır’ın Dağkapı Meydanı’nda ‘Kürt sorunu benim de sorunumdur’ diyen bir Başbakan’a (Erdoğan) geldiysek, kolay gelmedik buralara... Kendi mücadelemiz sayesinde geldik.”

Benim sorumu eleştiriyor:

“Dolayısıyla ‘umut var mı’ sorusu da, hazmetmek sorusu gibi yanlış bir soru... Tüm Türkiye için Önder Apo, ‘Umut, zaferden daha değerlidir!’ der. İnsanını insanca yaşayabileceği koşulları yaratıncaya kadar sürecek mücadelemiz...”

 

Dağ romantizmi mi?.. 

Bir erkek gerilla söz alıyor:

“Biz Kuzey dağlarından çekiliyoruz. Ama devrimcilikten çekilmiyoruz.”

Dağ romantizmi diye dağa dudak bükülmesine getiriyor sözü, eleştiriyor:

“Bizim nostalji yapacak halimiz yok. Romantizme takılacak halimiz de yok. Biz gerçekçiyiz, hem de çok... Bu dağlarda felsefi, ideolojik, siyasal bilinçlenme olmazsa, bu dağlar ve savaş koşulları insanı vahşileştirir. İşte bu akademi bunun için, eğitim için...”

Memleketi Sivas ama dağa İstanbul’dan gitmiş ve dağı bir hayat tarzı olarak benimsemiş:

“Dağdaki bu hayat tarzını biz kendimiz yarattık. Terk etmeyi de asla düşünmüyoruz.”

Ve ‘Türk aydınları’nı eleştiriyor:

“Türk aydınları çok fazla devlet menşeliydi. Devletsiz düşünemiyorlardı Kürt sorunu konusunda...”

 

Bilinç ve bilgi düzeyi... 

 

Burası Kandil’de, dağların tepelerinde, uçurumların yamacında bir PKK akademisi. Ya da ideolojik, siyasal eğitim yapılan bir parti okulu...

Bir tarafta Rus malı Kalaşnikof’ları duruyor, öbür tarafta sürekli bir şeyler öğreniyor ve tartışıyorlar. Çanak antenler sayesinde televizyonlardan Türkiye ve dünyanın hallerini belirli ölçülerde izleyebiliyorlar.

Şunu söyleyebilirim:

Gerek çekilen ilk grupla dağdan inerken, gerek yine Metina bölgesinde ikinci grupla, gerekse Şehit Sara Akademisi’ndeki kadınlı erkekli gerillalarla geçirdiğim saatler, bilgi ve bilinç düzeyikonusunda çıtanın beklemediğim kadar yüksek olduğunu gösterdi bana...

 

“30 yıldır, 2 Mayıs 1983’den

beri Kandil’deyiz!”  

Paris suikastında ölen Sakine Cansız’ın adını taşıyan Şehit Sara Akademisi’nde, 2 Mayıs 2013 Perşembe günü geçirdiğim yedi saatin sonunda veda vakti geldiğinde KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan şöyle dedi:

“Yeni gelmedik Kandil’e. 2 Mayıs 1983’den beri 30 yıldır Kandil’deyiz. Burası Kürdistan’dır. Güçlerimizin çekilmekte olduğu topraklar da yine Kürdistan’dır.”

Şöyle devam ediyor:

“Şimdi Kandil’e çekilen güçlerimiz eğitim görecekler. Savaş olasılığını da dikkate alan bir eğitim olacak bu...”

 

‘Türk halkına mesajımızdır!’ 

Karayılan şunları ekliyor:

“Türkiye halkına şu mesajı göndermek istiyoruz Kandil’den: Psikolojik savaşın geçmişte halkımız üstünde yaratmış olduğu olumsuzlukları dikkate almayalım, aşalım. Önder Apo’nun geliştirmiş olduğu yeni süreç, hem Türk, hem Kürt halkları için önemli bir süreçtir. Sürecin başarısı için de, Türk devleti ve hükümetinin üzerine düşen sorumluluklarını yerine getirmesi gerekmektedir.”

Karayılan mesajında sözü kadınlara da getiriyor:

“Türkiye halkının emekçi kesimlerine ve en çok ezilmekte olan kadınlarına da barış konusunda önemli görevler düştüğünü belirtmek istiyoruz.”

Güncelleme Tarihi: 29 Mayıs 2013, 15:47
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER