Diyarbakır Sokakları Süreci Anlattı

Kürt sorununa çözüm sürecini bugüne kadar hep siyasiler konuştu.

Diyarbakır Sokakları Süreci Anlattı
 

"Kürt halkı bu süreci çok sahiplenmiş, çok benimsemişti, biz barışın adını bile sevmiştik ama süreç ilerlemiyor ve insanlar ölüyor. Barış süreci sağlam olsaydı bu noktaya gelinmezdi. Herkes dört Elle sarılmışken, neden süreç durdu," diye soruyor Ayla Akkum.

Diyarbakır'da hem AK Partili, hem HDP'li milletvekillerinin, memurların ve yerel halkın uğrak kafeteryalarından birini işleten Akkum  kendi deyimiyle her kesimden halkla konuşuyor:

"Şimdi taraflar hep aynı sözleri tekrarlıyor, herkes olduğu yerde takılmış. Halk birbirini kucaklamıştı, bu durumun önünü hükümet, partiler, hep beraber tıkadı. Süreçten umut çok büyüktü, dolayısıyla hayal kırıklığı da çok büyük oldu."

Akkum, Diyarbakır'ın nabzını anlatırken, Ekim ayı başına kadar herkesin rahatlıkla sokağa çıktığını söylüyor. Oysa şimdi 'evin içinden bir tık sesi gelse bile' tedirgin olmaktan şikayetçi. Lise-2'ye giden kendi kızı da dahil olmak üzere çocukların hava karardıktan sonra etüd salonları ya da kurslardan eve dönmesinin Ekim ayı başına kadar sorun olmadığını oysa şimdi bunun tedirginlik yarattığını anlatıyor. Eskiden kafeteryasına ailecek gelen atanmış memurların şimdi lojmanlarıyla işyerleri arasında gidip geldiğini, çocuklarını da hiç yalnız bırakamadıklarını vurguluyor:

Çözüm süreci Kürt sorunun silahsız çözümü için 2012 yılında başlayan çözüm süreci, PKKlideri Abdullah Öcalan ve MİT görevlileri arasında yürütülüyor. Öcalan, 2013 Ocak ayından beri de HDP'den heyetlerle görüşmeler yapıyor. Mart 2013'de Öcalan, PKK'ya Türkiye'ye dışına çekilme çağrısı yaptı.  PKK'nın kabul ettiğini açıkladığı bu çağrıya tam olarak uyulmadığını hükümet sık sık vurguladı. Buna rağmen yargı ve demokratikleşme paketleriyle, Kürtçe harflerin kullanılması, KCK tutuklularının serbest bırakılması gibi bazı iyileştirmeler yapıldı. Özel okullarda Kürtçe eğitimin önü açıldı. Okullara Kürtçe seçmeli ders konuldu. Ancak KCK, Eylül 2013'den beri hükümeti adım atmamakla eleştirmeye başladı. Bu atmosfer içinde,Suriye'de PYD'nin tek taraflı olarak ilan ettiği üç kantondan biri olan Kobani'ye, IŞİD saldırı düzenlemeye başladı. PKK ise, hükümeti İŞİD'e destek vermekle itham etti. 6-7 Ekim'de,Kobani'ye destek eylemleri sırasında bazıları karşıt gruplar arasında çıkan çatışmalarda 36 kişi hayatını kaybetti.

"Sorumlular bulunsun…"

Akkum'a göre, "bu topraklar da çok oyunlar dönüyor." Sürecin her iki tarafına da sızıp, süreci baltalamak isteyenler var onlar da provokasyonlardan çekinmiyor. Hükümetin yapması gerekense bu provokasyonların sorumlularını bulup, bu tip eylemlerde aslında kimin ne yaptığını ortaya çıkarmak. Örneğin 29 Ekim 2014 Çarşamba günü, hamile eşiyle birlikte Diyarbakır'da pazarda alışveriş yaparken, maskeli kişilerce başından vurularak öldürülen Astsubay Necdet Aydoğdu'ya yapılan saldırı gibi:

"Bir Kürt, karısının yanında olan birini vurmaz, kadının yanında kan davası bile güdülmez. Kürt halkı bunu kabul etmez. Bunu yapanın Kürt olduğuna inanmıyorum ben."

"Konuşmalar var da..."

Akkum'a göre provokasyonlara müsait şiddetin tırmandığı böyle bir noktaya gelinmesinin çeşitli nedenleri var. Ona göre çok konuşmalar yapıldı ama hükümet süreç için gerekli adımları atmadı. Mesela anadilde eğitim konusunda düzenleme yapılmadı:

"Eskiden Kürtlerin varlığı kabul edilmiyordu. Kürtçe müzik bile yasaktı oysa şimdi her yerde Kürtçe müzik çalınıyor. Kürtçe eğitim de benzer bir süreç izleyecek. Yeter ki bakış açısı değişsin."

Bakış açısının değişmesi gereken başka bir nokta da, Akkum'a göre, Kobani'ye yönelik hükümetin tutumu ve açıklamaları. Ona göre, PKK ve IŞİD'i bir tutan sözler, halkı rencide etti. Hükümet, Kürt halkı için Kobani'nin ne kadar önemli olduğunu algılamadı.  

"Kobani halk için bu kadar önemliyken, hükümetten gelen açıklamalar halkta kendisine sahip çıkılmadığı duygusu uyandırdı. Oysa devlet sahiplenildiğimizi düşündürebilirdi. Bunu gösterebilirdi. Çünkü yaşamın her alanına yön veren güçlü bir devlet var. Çocuklarım batıya gittiğimizde, Diyarbakırlı olup olmadıklarını söyleme konusunda tereddüt geçiriyorlar. Diyarbakırlı olduklarını söylerlerse, kendilerine yönelik tavrın değişeceğinden korkuyorlar. Bu duyguyu hissetmemize engel olacak olan da devlet."

Yaratılamayan aidiyet duygusu

Akkum'un eksikliğinden şikayet ettiği 'sahiplenilmeme' duygusu Diyarbakırlı avukat Sinan Tanrıkulu'na göre sürecin tıkanmasının ana nedenlerinden biri. O da tıpkı Akkum gibi, "halkın beklentisi çok yüksekti, devletin kendi devleti olmasını çok istiyordu," diyor:

"'IŞİD eşittir PKK' yönündeki sözler, bu aidiyeti yaratmadı. Buradaki insanlar Kobani'yi kendinden ayrı tutmuyor. Akrabalar sonuçta.  Peşmergenin geçişinin gecikmesi 'aslında devlet Kobani'ye yardım etmek istemiyor' algısı yarattı. Algı üzerinden dönüyor her şey. Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun, 'Kürtlerin de devleti olmaya' vurgu yapan kapsayıcı sözleri bu algıyı kırmaya yetmedi."

Soru üzerine CHP'li ve Diyarbakırlı milletvekili Sezgin Tanrıkulu ile soyadı benzerliği ve meslektaş olma dışında ortak bir yönleri olmadığını söyleyen Sinan Tanrıkulu, "CHP'ye hak verdiğim tek yan, çözüm sürecinde ne yapılacağına ilişkin muğlaklığın giderilmesinin gerekliliği" diyor:

"Ne olacak sürecin sonunda? Başkanlık sistemi mi eyalet sistemi mi? Yol haritasında ne var? Hükümet vaat ettiklerini yerine getirmezse ne olacak, bunlar bilinmeli, açıklanmalı. Açık bir yol haritası olursa insanlar destek verir. Sonuçta muğlaklık, zaten var olan karşılıklı güven bunalımını derinleştiriyor ve bu da süreci tıkıyor."

Travmalar yerinde duruyor

Tanrıkulu, "yüzyıldan beri devam eden Kürt sorununun sihirli değnekle çözülebileceğini düşünmek saflık olur, üstelik karşılıklı travmalar da duruyor," diyor. Bu güven bunalımını aşmak, sürecin ilerlemesi için şart:

"Hükümet ile Kürt siyasal hareketi arasındaki güven sağlanmalı. Her iki taraf da birbirini hükmetme alanı olarak değil, partner olarak görmeli. Seçim döneminde bile keskin rekabete girmemeli".   

Sürecin provokasyonlardan ya da Akkum'un da işaret ettiği oyunlar oynayanlardan etkilenmemesinin yolu, silahsızlandırılmasından geçiyor. Tanrıkulu'na göre, Öcalan'ın 'elinizi çabuk tutun' yönündeki açıklamalarının nedeni de bu; provokasyonlardan çözümü koruyabilmek.

"Öcalan'ın açıklamalarına ne kadar uyuyor HDP? Öcalan, 'halkı sokaktan çekin diyor, HDP de tamam diyor' ama halk sokaktan çekilmiyor. Kürt hareketi içinde bunu alttan alta istemeyenler mi var?  Küçük iktidar hesapları mı var, sorusu geliyor akla."

Tanrıkulu, PKK içindeki farklı örgütlenmelerin birbirleriyle olan ilişkilerine de dikkat çekiyor:

"Kandil eylem kararını dağda kendi kendine vermez. Şehirlerde milis güçleri vardır ve onlardan gelen istihbarat üzerine eylem kararı alır. Ama bu milis güçleri kendi yapısı olmasına rağmen her zaman tam olarak kontrol edemez. Kendi şehir örgütlenmesi PKK'yi manipüle edilmiş eylemlere sokabilir."

Tanrıkulu'na göre, bütün bunlar düşünüldüğünde, Öcalan'ın Kürt siyasal hareketi üzerindeki etkisini sağlamlaştıracak mekanizmalar olması sürecin provokasyonlardan uzak tutulabilmesi için önemli. Fakat Tanrıkulu, halkın Kürt sorunun çözülebilmesi için şiddetsizlikten yana net bir tavır aldığını, sürecin ilerlemesinden başka bir seçeneğin olmadığına vurgu yapıyor:

"Yol kazaları olur, ileri geri adımlar olur ama barış süreci ilerlemek zorunda. Bu bir zorunluluk. Bence bu sıkıntılı günler de atlatılır."

"Samimiyet lazım"

Diyarbakır'ın merkezindeki bir kahvede rastladığımız emekli olduğunu söyleyen Mustafa Günay ise sürecin sıkışmışlığının kolay kolay atlatılabileceğine inanmıyor. O da tıpkı Tanrıkulu gibi, geçmiş travmalara dikkat çekiyor, köy boşaltmaları anımsatıyor. Hükümetin adım atmadığını, samimi olmadığını iddia ediyor. Ona göre, çözüm süreci bugüne kadar gelmişse, bunun tek nedeni, PKK'nın ateşkes ilan etmiş olması.

Onu asıl öfkelendirense, PKK ve IŞİD benzetmesi. Zaten bizimle sohbete de    "IŞİDpropagandası mı yapıyorsunuz?" diye girdi:

"Kimin kafasını kesmiş, kimin kızını pazarda satmış PKK? Böyle şey olur mu, halkın öfkesi patladı işte."

Ona göre bu patlamış öfkeyi durduran Öcalan'ın çağrısı. Eğer Öcalan 6-7 Ekim olaylarından sonra sükünete çağırmasıydı durum çok daha kötü olurdu. Çünkü onun tabiriyle 'kırık şehir çocukları' var ortalıkta ve çok öfkeliler. Dinledikleri de bir tek Öcalan:

"Biz Öcalan'ın kıymetini biliyoruz, devlet de bilsin." 

Günay, bir çok Diyarbakırlı gibi, Diyarbakır'da öldürülen astsubaya yönelik saldırıyı provokasyon olarak tanımlıyor:

"Duyduğumda yüreğime ateş düştü yerimden kalkamadım," diye anlatıyor tepkisini ama bu olayın araştırılmadığını düşünüyor. Bingöl'de emniyet müdürüne ve yardımcılarına yapılan saldırının da araştırılmadığını söylüyor.

Ona göre, "ortalık karışsa da, yine müzakere masasında çözülecek bu iş." Hükümetin atması gereken adımları da "seçim barajının kalkması, valiyi halkın seçmesi olarak sıralıyor ve ekliyor:

"PKK bağımsız devlet talep etmekle başladı, sonra anadilde eğitim istemeye kadar geldi ama hala devlet halkın gönlünü kazanamadı."

Kürtçe önemli de

En büyüğü 26 en küçüğü 12 yaşında olan beş çocuk annesi Gülten Ekinci bu tespitlerle hem fikir değil. Ona göre, 'Kürtçe önemsenmeli ama okullarda seçmeli ders olması yeterli':

"Başka türlüsü ayrımcılığa neden olur ve zıtlaşma çıkarır."

Hafize olan Ekinci, Kürtçe'den başka dil bilmeyen annelerin, evlatları hapishanede ziyaret ederken onlarla konuşamadığı zamanlar olduğunu hatırlatıyor ve Kürt haklarının çözüm süreciyle birlikte büyük ölçüde teslim edildiğini düşünüyor ama ona göre HDP çözüm sürecini bir an önce sonuçlandırmak için Kobani'yi biraz da bahane ediyor. Eylemler sanki süreci hızlandıracakmış gibi' hareket ediyor:

"Oysa eylemler halka zarar veriyor. Şu anda süreç tıpkı 1990'lardaki gibi oldu. Huzurlu yaşam varken ortam değişti. Çocuklara okula götüren servis bile, bazen 'bu gün tehlikeli, çocuklarınızı okula kendiniz götürün' diyor. Artık alışverişe çıkınca bile, yarın ne olur diye insan düşünmek zorunda, harcama yaparken hesap etmek zorunda."    

Ekinci'nin gözlemlerine göre, bölgede yaşayan Kürtler artık batıya göç etmenin de bir çözüm olmadığını düşünüyor.

"Buradan göçmeyi düşünenler de şöyle diyor: 'Kürt olduğumuz için artık batıda dışlanıyoruz. Eskiden gitseydik belki bir şansımız olurdu ama artık o şansımız da kalmadı."

Ekinci bu şartlar altında Diyarbakar'ın Kürdüyle türküyle yaşananlara ve eylemlere karşı tavır sergilemeye çalıştığını düşünüyor. Örneğin kepenk kapatmalar artık eskisi kadar yoğun değil. Bu huzursuzluk ortamını aşmanın yolu da ona göre belli:

"Halkın duyarlı olması lazım. Her söylenene kulak asmaması lazım."

aljazeeraturk

Güncelleme Tarihi: 05 Kasım 2014, 18:20
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER